Son günlerde yaşanan çatışma ve askerî operasyonlar dünya genelinde yoğun bir şekilde tartışılmaya devam ediyor. Özellikle Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, insan hakları ve uluslararası sözleşmeler çerçevesinde ele alınıyor. Bu bağlamda, İsrailli bir subayın yaptığı açıklama, kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Subay, canlı kalkan uygulamasının savaş şartları içinde "operasyonel bir gereklilik" olduğunu ifade etti. Bu durum, hem uluslararası kamuoyunun hem de insan hakları savunucularının tepkisini çekti.
Canlı kalkan, askerî operasyonlarda, sivil insanları bir tür koruma aracı olarak kullanmak anlamına gelmektedir. Çoğunlukla, düşmandan gelecek saldırılara karşı korunmak amacıyla, sivillerin riskli bölgelerde askerlerin ya da askeri araçların etrafında yerleştirilmesi anlamına gelir. Ancak bu uygulama, etik ve uluslararası hukuk açısından oldukça tartışmalı bir konudur. Çünkü savaşın doğasında sivil kayıpların artmasına neden olabilmekte ve büyük can kayıplarına yol açabilmektedir.
İsrail ordusunun cuntası, geçmişte de benzer stratejileri uyguladığı için bu en son itiraf, yeni bir tartışma dalgası başlattı. Subay, "Savaş koşullarında can kaybını minimize etmek amacıyla bu tür stratejilere başvuruyoruz. Bazen, sivil halkın bir parçasını canlı kalkan olarak kullanmak, operasyonel hedeflere ulaşılmasını kolaylaştırabiliyor." ifadelerini kullandı. Bu söylem, askeri kuralların ve etik ilkelerin hangi noktada sorgulanması gerektiğini yeniden gündeme getirdi. İnsan hakları savunucuları, bu tür uygulamaların savaş suçları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor.
Canlı kalkan uygulamasının meşrulaştırılması, hem uluslararası hukuk hem de kamuoyu nezdinde ciddi tepkiler yaratmış durumda. Birçok ülke, İsrail'in bu tür uygulamalarının sivil halk üzerindeki olumsuz etkilerinin dikkate alınması gerektiğini vurgularken, insan hakları kuruluşları da bu durumu protesto etmekte. Uluslararası Af Örgütü ve benzeri kuruluşlar, bu tür uygulamalara karşı yaptıkları açıklamalarda, İsrail’i uluslararası hukuk kapsamında sorumlu tutabileceklerinin altını çizmektedir.
Böyle bir uygulamanın savaşın kritik bir anında nasıl bir sonuç doğurabileceğini gözler önüne seren birçok örnek bulunmaktadır. Altında yatan askeri stratejilerin ne kadar kabul edilebilir olduğunu sorgulayan uzmanlar, sivil kayıpların arttığı her senaryoda, uluslararası toplumun daha aktivist bir rol üstlenmesi gerektiğini ifade ediyorlar. "Savaşların kazananı yoktur, sadece kaybedenleri vardır." sözü, bu tür durumlarda bir kez daha kendini hatırlatıyor.
Ayrıca, bu tür açıklamalar sosyal medya üzerinden de hızla yayılarak kamuoyunu etkiliyor. Çeşitli platformlarda tartışmalar, tartışmalar sonucunda oluşturulan hashtag'lerle büyüyerek küresel bir gündem maddesi haline geliyor. İnsanlar bu tür uygulamaların kabul edilemez olduğunu, savaş kurallarının ihlal edildiğini belirten paylaşımlarda bulunuyor. Dolayısıyla, İsrail ordusunun bu tarz açıklamaları, yalnızca askeri bir strateji değil, aynı zamanda uluslararası düzeyde bir tartışma konusu olarak da gündeme geliyor.
Özetlemek gerekirse, İsrailli subayın canlı kalkan kullanımını "operasyonel bir gereklilik" olarak tanımlaması, uluslararası hukuk açısından ciddi tartışmalara yol açmış durumda. Bu durum, savaşın içinde etikten ziyade askeri stratejinin ön planda olduğunu gösteriyor. Ancak, her ne kadar askerî başarı önemli olsa da, sivil halkın güvenliği ve insan hakları meselelerinin de ihmal edilmemesi gerektiği gerçeği unutulmamalıdır. Bu nedenle, gelecekte benzer tartışmaların yaşanmaması için sorumlu bir askeri politika uygulamak ve sivil hakları korumak büyük önem arz ediyor.